Elime alıp göğsüme yatırdığım şey, topu topu 51 santimetreydi. “İşte” dedim, kendi kendime “Hayal ettiğin şey bu”... Kafasını göğsüme yaslayıp, kımıl kımıl kımıldıyordu. O sırada başka bir faaliyet göstermemişti. Hatta bir süre sonra uyuyunca, kımıldanmaları da sona erdi. “Yaşıyor mu hala?” diye nefesini kontrol etme ihtiyacı duymuştum. Kızım ilk kez göğsümde uyuyordu. Uzun süredir baba olmayı hayal eden bir erkek olarak, hayallerimin gerçek olduğunu hissetmiştim, hatta emindim.
İtiraf edeyim, sonraları zaman zaman “ben bunu mu hayal ettim be?” dediğim zamanlar da oldu. Örneğin, hayal ettiğim şeyin gazını çıkartması için benim yardımıma da ihtiyacı yoktu (hatta gazı bile yoktu) ... Günde 20 kere altının değişmesi de gerekmiyordu. Hayallerimde uykusuzluktan gözlerimin yanması, neden ağladığını bilmediğin bir yaratığın ciyak ciyak kulaklarımı parçalaması ve benim bu duruma çare bulamamam, gibi bir durum hayallerimin hiç bir köşesinde yer almıyordu.
Mendebur, karımı da elimden almıştı. Ne zaman kafamı çevirsem annesinin memesinde “Cokur cokur” emiyordu... Emmediği zamanlarda ise gazını çıkartmak veya altını değiştirtmek için benim kucağıma geliyordu. Benim görevlerim bittiğinde, tekrar annesinin kucağına geçip, emmeye kaldığı yerden devam ediyordu. Tam karımla baş başa kaldım dediğim anlarda içerden “Haydi hemşerim acıktım!” veya “Altıma yaptım, ilgilenen yok mu?” anlamına gelen ciyaklamalar geliyordu. Eşim de “Hooop!” yavrusunun yanına tabii ki...
Ben, güzel bir ilişki yaşayan karımı ve kızımı dışarıdan seyrediyordum sadece... Ha, bir de onların ayak işlerini görüyordum, biteviye...
Evet anlamıştım artık “yalnızdım”!.. Bu iki kadın birlik olmuş, bana hayatımın kaç bucak olduğunu mahalle mahalle gösteriyorlardı. Baba olmak ne zordu be... “Kurduğun hayale bak, manyak herif” demiştim bir keresinde kendi kendime.
Üstelik bu küçük düşman(!) için kaygılanıyordum da... Kaygılanmak da öyle böyle değildi. Günümün büyük zamanını, onun geleceğini düşünerek, büyüyünce karşılaşacağı badireleri atlatmasını kolaylaştırmak için, baba olarak neler yapmam gerektiğini düşünerek geçiyordu. Daha kızım 1 yaşında bile değildi ve benim onun geleceğine katkılar yapmam gerekiyordu.
Baba olmanın keyifli yanlarını keşfettiğimde daha da acıdım kendime ve tüm babalara... İlk söylediği kelimenin “Baba” olması şeklinde gereksiz zaferlerin keyifleri veya hayatta kimseye yapamayacağım on bin tane şebeklikten sonra aldığım zoraki bir gülümsemeyle duyulan haz mıydı babalığın keyifli yanları yoksa... Allah’ım!..
HAYALLERİM BU MUYDU YAHU?
Derken kızım iki yaşlarına geldi. Ben bir süredir, her akşam ona masal anlatıyordum. En sevdiği masallar da içinde prenses ve prens olan masallardı. Ve o daima prensesle özdeşleştiriyordu kendisini. Ve bir gün o prensin kim olacağına da karar verdi: Prens bendim...
Bir anda prens olmak insana “Ne oldum?” durumu yaşatıyordu. Kızım beni “Perens” diye çağırıyordu artık. “Baba” dediğinde garipsemeye başlamıştım. Bununla birlikte, o günlere kadar en büyük müttefiği olan eşim de bir anda “Kötü cadı” pozisyonuna geçiş yapmıştı bile... Eee, her masalda bir de kötü karakter olmalı değil mi?
“SENİ SEVİYORUM BABACIĞIM!”
Vay be, baba olmak keyifli bir hal almaya başlıyordu galiba...
Birden, değişimler hızlanmaya başladı. Ufak ufak konuşmaların benim monoloğumdan çıkıp, sohbet haline gelmesi... Vizyona giren filmlere bakarken (isterse o hafta 8 Oscarlı bir film vizyona girmiş olsun) eğer bir çizgi film yoksa, canımın sıkılması... Uçurtma uçurmanın veya piknik yapmanın aslında çok da güzel aktiviteler olduğunun hatırlanması... Beraberce giyilecek kıyafetlere karar vermeler... Traş olurken kızımın “köpük operatörü” olarak bana yardım etmesi ve daha sonrasında öpücükleriyle kalite kontrolü yapıp, “Burada kalmış, burası batıyor” şeklinde rapor vermesi vs.vs.vs...
Bu yazı giderek kızımla ilgili yaşadığım güzelliklere doğru kayıyor galiba... Eyvah!.. Şimdi yer sınırlamasının ne kadar da can sıkıcı bir şey olduğunu anladım. Bu kadar kısa bir yerde ben nasıl baba olmanın ne kadar keyifli, ne kadar yeri doldurulamaz, ne kadar da “ne kadar bir şey” olduğunu anlatabilirim...
Kızım şu anda dört yaşında. En az 7-8 aydır hafta sonu sabahları elinde çorabı ve hırkasıyla odama gelip, beni uyandırıyor (güne güzel bir başlangıç)... Anneyi uyandırmamaya çalışarak salona geçiyoruz (parmak ucu modu)... O günkü kahvaltıda krep mi omlet mi yemek istediğini söylüyor (lezzet)... O yumurtaları kırıyor ve karıştırma işlerini hallediyor, ben de ateş gereken yerleri hallediyorum. Sofranın hazırlanması tamamen ortak (işbirliği)... Anneyi kaldırıp, hep beraber kahvaltımızı yapıyoruz (iyi koca ve iyi evlat)... Annenin yoğun çalışması gereken bir hafta sonu ise toplanması gereken masayı anneye bırakıp dışarı çıkıyoruz (uyanıklık)... Güzel bir tiyatro veya film bulup izliyoruz (sanatsal aktivite)... Karnımız acıkmışsa bir “bol kepçe aşevi” bulup, karnımızı doyuruyoruz (tutumluluk)... Gündüzü bir şekilde sonlandırıp evimize geri geliyoruz (kürkçü dükkanı)... Deliler gibi oyun oynuyoruz (dinlenme)... Annenin yaptığı süper leziz makarnalar eşliğinde, güzel bir çocuk filmi izleyip, koltukta uzanıyoruz (miskinlik)... Kızımın uyku saati geldiğinde odasına geçiyoruz ve ona bir hikaye kitabı okuyorum (edebiyat)... Uyku modundan çıkıp tekrar azma moduna geçme denemelerine, baba olarak karşı koymaya çalışıyorum (otorite denemesi)... En sonunda onu öpüp iyi geceler diliyorum. Ve beni yanaklarımdan öpüp üç kelime söylüyor: “Seni seviyorum babacığım”...
Evet sahiden de hayaller gerçek olmuyormuş. Çünkü, ben böyle güzel bir şeyi hayal etmeye bile cüret edemezdim...
İtiraf edeyim, sonraları zaman zaman “ben bunu mu hayal ettim be?” dediğim zamanlar da oldu. Örneğin, hayal ettiğim şeyin gazını çıkartması için benim yardımıma da ihtiyacı yoktu (hatta gazı bile yoktu) ... Günde 20 kere altının değişmesi de gerekmiyordu. Hayallerimde uykusuzluktan gözlerimin yanması, neden ağladığını bilmediğin bir yaratığın ciyak ciyak kulaklarımı parçalaması ve benim bu duruma çare bulamamam, gibi bir durum hayallerimin hiç bir köşesinde yer almıyordu.
Mendebur, karımı da elimden almıştı. Ne zaman kafamı çevirsem annesinin memesinde “Cokur cokur” emiyordu... Emmediği zamanlarda ise gazını çıkartmak veya altını değiştirtmek için benim kucağıma geliyordu. Benim görevlerim bittiğinde, tekrar annesinin kucağına geçip, emmeye kaldığı yerden devam ediyordu. Tam karımla baş başa kaldım dediğim anlarda içerden “Haydi hemşerim acıktım!” veya “Altıma yaptım, ilgilenen yok mu?” anlamına gelen ciyaklamalar geliyordu. Eşim de “Hooop!” yavrusunun yanına tabii ki...
Ben, güzel bir ilişki yaşayan karımı ve kızımı dışarıdan seyrediyordum sadece... Ha, bir de onların ayak işlerini görüyordum, biteviye...
Evet anlamıştım artık “yalnızdım”!.. Bu iki kadın birlik olmuş, bana hayatımın kaç bucak olduğunu mahalle mahalle gösteriyorlardı. Baba olmak ne zordu be... “Kurduğun hayale bak, manyak herif” demiştim bir keresinde kendi kendime.
Üstelik bu küçük düşman(!) için kaygılanıyordum da... Kaygılanmak da öyle böyle değildi. Günümün büyük zamanını, onun geleceğini düşünerek, büyüyünce karşılaşacağı badireleri atlatmasını kolaylaştırmak için, baba olarak neler yapmam gerektiğini düşünerek geçiyordu. Daha kızım 1 yaşında bile değildi ve benim onun geleceğine katkılar yapmam gerekiyordu.
Baba olmanın keyifli yanlarını keşfettiğimde daha da acıdım kendime ve tüm babalara... İlk söylediği kelimenin “Baba” olması şeklinde gereksiz zaferlerin keyifleri veya hayatta kimseye yapamayacağım on bin tane şebeklikten sonra aldığım zoraki bir gülümsemeyle duyulan haz mıydı babalığın keyifli yanları yoksa... Allah’ım!..
HAYALLERİM BU MUYDU YAHU?
Derken kızım iki yaşlarına geldi. Ben bir süredir, her akşam ona masal anlatıyordum. En sevdiği masallar da içinde prenses ve prens olan masallardı. Ve o daima prensesle özdeşleştiriyordu kendisini. Ve bir gün o prensin kim olacağına da karar verdi: Prens bendim...
Bir anda prens olmak insana “Ne oldum?” durumu yaşatıyordu. Kızım beni “Perens” diye çağırıyordu artık. “Baba” dediğinde garipsemeye başlamıştım. Bununla birlikte, o günlere kadar en büyük müttefiği olan eşim de bir anda “Kötü cadı” pozisyonuna geçiş yapmıştı bile... Eee, her masalda bir de kötü karakter olmalı değil mi?
“SENİ SEVİYORUM BABACIĞIM!”
Vay be, baba olmak keyifli bir hal almaya başlıyordu galiba...
Birden, değişimler hızlanmaya başladı. Ufak ufak konuşmaların benim monoloğumdan çıkıp, sohbet haline gelmesi... Vizyona giren filmlere bakarken (isterse o hafta 8 Oscarlı bir film vizyona girmiş olsun) eğer bir çizgi film yoksa, canımın sıkılması... Uçurtma uçurmanın veya piknik yapmanın aslında çok da güzel aktiviteler olduğunun hatırlanması... Beraberce giyilecek kıyafetlere karar vermeler... Traş olurken kızımın “köpük operatörü” olarak bana yardım etmesi ve daha sonrasında öpücükleriyle kalite kontrolü yapıp, “Burada kalmış, burası batıyor” şeklinde rapor vermesi vs.vs.vs...
Bu yazı giderek kızımla ilgili yaşadığım güzelliklere doğru kayıyor galiba... Eyvah!.. Şimdi yer sınırlamasının ne kadar da can sıkıcı bir şey olduğunu anladım. Bu kadar kısa bir yerde ben nasıl baba olmanın ne kadar keyifli, ne kadar yeri doldurulamaz, ne kadar da “ne kadar bir şey” olduğunu anlatabilirim...
Kızım şu anda dört yaşında. En az 7-8 aydır hafta sonu sabahları elinde çorabı ve hırkasıyla odama gelip, beni uyandırıyor (güne güzel bir başlangıç)... Anneyi uyandırmamaya çalışarak salona geçiyoruz (parmak ucu modu)... O günkü kahvaltıda krep mi omlet mi yemek istediğini söylüyor (lezzet)... O yumurtaları kırıyor ve karıştırma işlerini hallediyor, ben de ateş gereken yerleri hallediyorum. Sofranın hazırlanması tamamen ortak (işbirliği)... Anneyi kaldırıp, hep beraber kahvaltımızı yapıyoruz (iyi koca ve iyi evlat)... Annenin yoğun çalışması gereken bir hafta sonu ise toplanması gereken masayı anneye bırakıp dışarı çıkıyoruz (uyanıklık)... Güzel bir tiyatro veya film bulup izliyoruz (sanatsal aktivite)... Karnımız acıkmışsa bir “bol kepçe aşevi” bulup, karnımızı doyuruyoruz (tutumluluk)... Gündüzü bir şekilde sonlandırıp evimize geri geliyoruz (kürkçü dükkanı)... Deliler gibi oyun oynuyoruz (dinlenme)... Annenin yaptığı süper leziz makarnalar eşliğinde, güzel bir çocuk filmi izleyip, koltukta uzanıyoruz (miskinlik)... Kızımın uyku saati geldiğinde odasına geçiyoruz ve ona bir hikaye kitabı okuyorum (edebiyat)... Uyku modundan çıkıp tekrar azma moduna geçme denemelerine, baba olarak karşı koymaya çalışıyorum (otorite denemesi)... En sonunda onu öpüp iyi geceler diliyorum. Ve beni yanaklarımdan öpüp üç kelime söylüyor: “Seni seviyorum babacığım”...
Evet sahiden de hayaller gerçek olmuyormuş. Çünkü, ben böyle güzel bir şeyi hayal etmeye bile cüret edemezdim...
18 yorum:
Çok güzel bir yazı bayıldım bayıldım..
Ve ben de Çaldım :))
bunu hemen eşime mail atıyorum tşk ülkü
harika bir yazı..babalar kızlar için her zaman özeller..
Yaa cok güzel...Calintiyi caliyorum :)
Hırsızlar sizi çalın bakem :)) evet çok güzel valla :)
Daha önce rastlamıştım bu yazıya ama uzun zaman olmuştu iyi geldi tekrar okumak hemen iki prenses babasına okutacağım.Sağol Ülkücüm:)
Bu arada papatyalara bayıldım:))
Okut okut :)) papatyayı çok severim toplayıp size getirdim :) beğenmene sevindim :)
çok beğendim yazını aynen bende hemen eşime mail atıyorum :)
Bir hırsız daha :)) eşlerin mailleri çoştu :) ben atmıyorum kendi gelip okur :)
Mimlendim Desem Ne Dersin :) ?
Dedim bile diyeceğimi desem sen ne dersin :)))
ha ha güzelmiş.......kızım yok ama babamızın buradaki babadan farkı yok:)
ooo herkes eşine maillemiş yazıyı. ben göndermiycem, zira göndersem şöyle bi bakar "ooo amma uzunmuş, şimdi işim var dursun bi kenarda" der okumaz..
ben şöyle diyorum efem;
bu yazıdaki babayı bana bulun, benim koca kişisiyle yer değiştirsinler.. aile saadetimiz için yanii :)))
Gülcanım çok ayıp aaa :)))
Dilek'cim kız erkek farketmez sanırım zati :)
Nerden çaldın bakayım :) Ama gerçekten güzel ifade etmiş. Annelerin duygularını ifade etmekte zorlanmadığını biliriz. Ama babalardan bunları duymak çok keyifli idi.
Evet keyifliydi :) çalıntı kaynakımı söylemem :)
sevdim :))
bende sorucaktım kaynağı ama bende çalıntıdan çalıyorum o zaman :))
Hoşgeldin :)) çal tabi :)
Yorum Gönder